Ticaretle uğraşan bir adamın güzel bir papağanı vardı. Bir gün bu tâcir işi gereği Hindistan’a gitmek için yol hazırlığına başladı.
Cömertliği ile tanınan bu tüccar, köle ve câriyelerine tek tek sordu: ”Sana Hindistan’dan ne getireyim? Ne istersin?” Her biri ayrı ayrı istekte bulundu.
Bu cömert ve iyi kalpli tüccar onların isteklerini not aldı. Getireceğine dair söz verdi.Sıra papağana geldi. Ona da sordu: ‘
‘Ey güzel kuşum, sen ne istersin?” Papağan, ”Oradaki papağanları görünce, halimi onlara anlat. Papağanımın size selamı var. Sizi özlediğini ve kurtuluşu için çare bulmanız konusunda yardımcı olmanızı istiyor dersin” dedi.
Sözlerine devam ederek. ”Ben gurbet ellerde özlemle ve ayrı düşmenin ıstırabıyla çırpınırken, sizlerin yeşil ormanların güzel ağaçlarının dallarında dolaşarak keyfetmeniz reva mıdır? Dostların vefası böyle mi olur? Sizler boylu poslu güzel eşlerinizle zevk sefa içerisindesiniz. Ben ise burada mahpusum. Yüreğim kan ağlar. Hiç olmazsa, sabahın seherinde şu garibi de hatırlayın. Dostların dostu hatırlaması mutluluktur. Başka bir şey istemiyorum” dedi.
Tüccar, papağanın selâmını ve mesajını oradaki dostlarına götürmeyi de kabul ederek kervanını hazırlayarak, yola koyuldu. Günlerce yol aldıktan sonra, Hindistan’ın öbür ucuna vardı.
Ağaçların üzerinde papağanları görünce, atını durdurarak onlara seslendi. Evde kafeste beslediği papağanın selâmını bildirdi. Söylemesini istediği sözleri, bir bir aktardı. Tüccar sözlerini bitirir bitirmez, oradaki papağanlardan biri birkaç kere titredi. Nefesi kesilerek düşüp öldü.
Bu durumu görünce söylediğine de söyleyeceğine de pişman oldu. Kendi kendine, ”Bir canlının ölümüne sebep olarak günaha girdim. Galiba bu papağan, benim papağanın ya bir yakını ya da çok candan seveniydi” diye düşündü.
Hindistan’daki alışverişini bitirerek memleketine döndü. Herkesin istediklerini birer birer teslim etti. Papağan, tüccarın hediyeleri dağıtmasını kafesinden izliyordu.
Köle ve câriyelerle işi bittiğinde sahibine seslendi. ”Benim armağanım nerede? Papağan dostlarıma selâmımı ulaştırdın mı? Onların haberlerini bana anlat ki, ben de diğerleri gibi mutlu olayım.
” Tüccar, ”Sevgili kuşum! Bana öyle bir iş yaptırdın ki, sana uyup da nasıl böyle bir cahillik yaptığıma hâlâ yanmaktayım. Bin pişman oldum ama pişmanlık neye yarar?”
Papağan bu sözleri duyunca olanları daha çok merak etti. Sevgili kuşunun ısrarlarına dayanamayan tâcir, olanları başından sonuna bir bir anlattı. ”Söylediğin yere gittim. Dostlarına selâmını ve söylediklerini aktarınca içlerinden biri, senin gönderdiğin haberin üzüntüsüne dayanamamış olacak ki düşüp öldü. Bu durumu görünce çok pişman oldum. Ne gelir ki elden? Bir kez söylemiş bulundum” dedi.
Tüccarın bu anlattıklarını dinleyen kafesteki papağan da, önce titredi, sonra kaskatı kesildi. Tâcir kendi güzel papağanının da aynı şekilde düşüp öldüğünü görünce, aklı başından gitti. Ağlayıp sızlanmaya, ah vah edip dövünmeye başladı. Başındaki külahını yere atarak, ”Ey güzeller güzeli papağanım. Hoş sesli kuşum, yoldaşım, sırdaşım. Ne oldu sana? Neden bu hale geldin?” diye feryat etti, ağıtlar yaktı.
Ölü papağanı üzüntüyle kafesin içinden çıkınca, papağan birden canlanıp uçtu. Yüksek bir dala kondu. Tâcir kuşun bu durumuna şaşırdı kaldı. Başını kaldırıp,
”Ey güzel papağanım! Ben bu işten bir şey anlamadım. Sen bu hileyi nereden öğrendin? Böyle canımızı yaktın” dedi. Papağan konduğu yerden cevap verdi: ”Sevgili efendim! Hindistan’daki o kuş, yaptığı hareketle bana yol gösterdi. Selâmımı alınca düşüp ölmüş gibi yapması, bana öğüttü. Söz söylemeyi, neşelenmeyi bırak. Çünkü sen, güzel sözler söylediğin için o kafesin içerisine hapsedildin. Kurtulmak için kendini ölü gibi göster. Esirlikten kurtul demek istedi.” Tâcirin hayata bakışını değiştirecek çok hoş bir de öğüt verdi.
‘
‘Efendim! Sen de benim gibi yap. Ölmeden önce öl. Canını, ten kafesinin esaretinden kurtar. Ruhun gerçek vatanın güzelliklerine uçsun.”
Papağan efendisine, ”Allaha ısmarladık” diyerek vatanına ve dostlarına doğru kanat çırptı.