okunma
- türk müsünüz siz?
adamakıllı kaptırmış birşeyler yazıyordum, birdenbire bu soru! paris'te birisini türk'e benzetmek kimin aklına gelir, olsa olsa o taraflı bir başka gurbetçinin: oysa, yanıbaşımdaki masadan apaydınlık gülümseyen genç kız soruyu paris varoşlarının o yuvarlak aksanıyla sormuştu. çık işin içinden çıkabilirsen. duru güzel bir kızdı bu, hafif çekik lacivert gözleri hülyalı, karanlık saçlarında mıknatıslı mavi çakıntılar, neredeyse saydam beyaz bir ten. adını söyler söylemez, türk olduğumu bir kerede nasıl kestirebildiği sır olmaktan çıktı:
-maria misakyan.
sabahın gamlı saatleri, sinsi bir soğuk boy camlarının ardında gittikçe yoğunlaşıyor. quartier'deki eski dupont, gerilerde bir masa vietnam'lı, bir masa zazou floresant tüpleri kahvenin içini bir akvaryum gibi donuk beyaz aydınlatmış. yanılmışlık sıkıntısı, beyhudelik duygusu, kral yalnızlık. peki, ne ister benden bu "çekik gözleriyle ermenice küfürler yazıp çizen çocuk?" hiçbir şey! eğer rahatsız etmezse türkiye'den açalım istiyormuş: anasıgil bursa'lı imişler, "tehcir" yıllarında gelmişler, o gennevilliers'de doğmuş, iki göz bir evde oturuyorlarmış, durumları kötü.
içimde biraz biraz polis midir nedir korkuları, yine de havamız yerinde, yemeği bir başka ermeninin, toprağı bol olsun, sofi'nin lokantasında yiyoruz; sofi patavatsız içtenliği ve anadolu ermenisi türkçesiyle gelip, acele, "aramızı yapmağa" kalkışmaz mı: kaşla göz arasında maria'ya ermenice olarak:
-sen bu çocukla evlen, diyor, korkacak ne var, artık ermenilerle türkler barıştı.
bunu maria'nın ansızın kızarmasından seziyor, birkaç ay sonra da o hanım gülümsemesiyle hala utanarak anlatınca, kesinlikle öğreniyorum. depart kahvesindeyiz. artık maria st.-michel bulvarı'ndaki bir tüfekçi mağazasında çalışıyor, öğle paydoslarında beraberiz: sütlü kahve, jambonlu sandviç, olmayacak hayaller. bir akşamüstü rex sinemasında maria montez'in bir filmini seyrediyoruz, profilden ünlü yıldız maria'ya benzetiyorum, ona baktığımı hissediyor hemen:
- kaptan, diyor, bana bakıyorsun.
- evet, diyorum, sana bakıyorum maria.
- niye bana bakıyorsun? diyor
- seni, diyorum, şu perdedekine benzettim de.
büyük bir içtenlik, deyimlemesi zor bir minnet duygusu ile elini yumuşacık uzatıp elimi tutuyor. ürperiyorum.
döndükten birkaç ay sonra, o zaman bahçeler sokağı'ndaki evdeyiz. londra'dan bir kart: çalışmaya oraya gitmiş, yalnız ve mutsuzum diyor. ben de yalnız ve mutsuzum. çolpan (ilhan), henüz akademi'de öğrenci, "onu çağırsana ağbiy" diyor, çağırıyorum; geliyor, gelecek, geldi diye bir süre avunuyoruz; mektupların görünmez mekiği aramızda anlaşılmaz bir yakınlaşmadır dokuyor; içim bir cam top gibi, gözlerimi kıstım mı, derinliklerimde bir yerimde strasbourg-st-denis'deki kahvenin iç salonu, pazar fransızları, filtreli kahve, yanımda maria; o akşam, yüksekkaldırım'dan inerken, şiir geliyor adeta zorla yazdırıyor kendini:
"yüksekkaldırım'da bir akşam
maria misakyan'ı düşündüm
eğer kendimi bıraksam
yağmur olabilirdim yağardım...vs."
maria gelemedi. istemediğinden veya istemediğimden değil. akla gelmez sebeplerden: paris'teki taşnaksutyun ermeni komitasının elebaşılarından, komitanın organı hayistan gazetesinin sorumlularından savarış misakyan diye biri vardı, uzaktan bilmem nesi olurmuş, gayet karanlık bir adam, türk düşmanı, işi hem onun yönünden karıştırdı, hem benim yönümden; istemeye istemeye koptuk! yıllarca sonra mırç memlekete döneceği sırada gitmiş onu aramış bulmuş, karşılaşır karşılaşmaz:
"-maria'nın selamı var, dedi. hayırsız bir müzisyenle evli, iki de çocuğu olmuş. biraz fazlaca içiyor. seni konuşurken gizlice ağladı."
Bu durum üzerine Atilla İlhan çok üzülür ve Yağmur Kaçağı kitabından Maria Missakian sayfasını imzalar ve ona gönderir.
işte böyle kardeşim hilmi, yazının buraya kadarı senin için: hiç değilse ben maria misakyan'ı yaşadım. arasıra resmine bakmak gelir içimden, albümden arar bulurum: resimlerin bir iyiliği de insanları hep öyle genç saklamaları mı?"
Maria Missakian
yüksekkaldırım’da bir akşam
maria missakian’ı düşündüm
eğer kendimi bıraksam
yağmur olabilirdim yağardım
kasım’da bir çınar olurdum
yaprak yaprak dökülürdüm
kalbimi sıkı tutmasam
döküp saçıp boşaltsam
içimde yükselen şiiri
kaldırımlara döküp harcasam
gözleri balıkçıl gözleri
dudaklarında tutup rüzgarı
maria missakian adında biri
gelse göğsüne kapansam
gece gölgesine sokulsam
gökyüzünde bulutlar büyüseler
yağmuru dinlesem anlatsam
şimşekler kırılıp dökülseler
bizi sokoklarda bıraksalar
leylekler üşüyüp gitseler
dönüp arkalarına bakmadan
yine akşam oldu attilâ ilhan
üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı
belki paris’te maria missakian
avuçlarında bir çarmıh acısı
gizlice bir sefalet gecesi
çocuğunu boğarmış gibi boğup paris’i
sana kaçmayı tasarlar her akşam
Facebook Yorumları
Disqus Yorumları